CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM CHP Grup Toplantısında Konuştu (17 Mayıs 2022)

17.05.2022

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:

-"Yaşlısı genci, erkeği kadını, her birimiz bu ülkenin geleceğinden sorumluyuz. Bu ülkeyi haramilere ve haramilerin taşeronlarına teslim etmeyeceğiz. Hedefimiz budur."

-"Rengarenk bir Türkiye'de yaşayacağız, rengarenk, ebruli olacak her şey güzel olacak. Her şey, her şey kucaklaşacak, her şey. Barışı getireceğiz bu ülkeye, huzuru getireceğiz. Herkes türküsünü, şarkısını özgürce söyleyecek. Birbirimize farklı bakmayacağız artık."

-"Geçen hafta Erdoğan'ın bir siyasi intikamına tanık olduk. Net ifade edeyim, Canan Hanım’ın siyasi yasak kararını asla tanımıyoruz. Mahkemeyi de tanımıyoruz, verdiği kararı da... Canan Kaftancıoğlu İstanbul İl Başkanımızdır, nokta!"

-"Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kaldıracak, Asrika adında Asya – Afrika sentezi bir devlet kuracaklarmış. Başkenti İstanbul, resmi dili Arapça olacakmış. Peki Bahçeli ne diyor bu işe? Açıkça ifade edeyim, yolunu kaybeden bir MHP var."

-"Paramiliter benzeri tüm yapılara, birilerinin katipliğini yapan mektupçu mafyalara, kendini derin devlet ilan etmiş müptezellere, yani milletimizi tehdit etme gafletinde bulunan herkese sesleniyorum, haddinizi bileceksiniz. Karşınızda Türkiye'nin dindarları, sofuları, sufileri, inançları ve inançsızları vardır ama hepsinden önemlisi sizin karşınızda dimdik duran ahlaklıları vardır. Karşınızda Kuvâ-yi Milliyecileri vardır, Karşınızda Cumhuriyet Halk Partisi vardır. "

-"Milletimizin sureti muhalefetten görünen utangaç saray beslemelerini de uyarıyorum: Hiç merak etmeyin; sarayın ve o tüm algı operasyonlarının aparatlarının üstüne gideceğiz. Yaptığınız her şeyi biliyoruz, her şeyin farkındayız. Bu ülkenin gerçek vatanseverleri bizleriz. Yemin olsun siz millete yenileceksiniz!"

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:

Arkadaşlar teşekkür ederim. Böyle sloganlar atarsanız bu bitmez arkadaşlar. Beni dikkatle dinlemenizi isterim, dikkatle... Ve yine ikinci isteğim, söylemlerimin Türkiye sathında seslendirilmesidir. Seslendirecek olanlar sizlersiniz. Sloganın ötesine geçmek zorundayız. Yeni bir dönem başlamak üzere; halkın iktidarı güçlü olarak halka güven vermek zorundadır. Dolayısıyla her birimizin tek tek sorumluluğu var. Yaşlısı genci, erkeği kadını, her birimiz bu ülkenin geleceğinden sorumluyuz. Bu ülkeyi haramilere ve haramilerin taşeronlarına teslim etmeyeceğiz. Hedefimiz budur.

Baskılar var biliyorum, engellemeler var biliyorum, yargı kararları var biliyorum; ne yaparlarsa yapsınlar inandığımız yolda kararlılıkla yürüyeceğiz.

Efendim Gezi mağdurlarını, ailelerini ziyaret ettim, beraber bir sabah kahvaltısı yaptık, Vera'yı ve Ege'yi kucakladım. Onlar demokrasi talebinde bulunanların, haksız yere hapse atılanların aileleri. Dolayısıyla demokrasiye sahip çıkan, demokrasiyi savunan, bu ülkede hakkı, hukuku ve adaleti gerçekleştirmek için mücadele edenlerin aileleri ve onlar haksız, hukuksuz bir şekilde hapse atıldılar. Sanıyorlar ki onlar yalnızlar, asla onlar yalnız olmayacak. Onlarla beraber olacağız, onların aileleriyle beraber olacağız, onların düşünceleriyle beraber olacağız, onların idealleriyle beraber olacağız. Zaten mücadelemiz, demokrasi mücadelesidir. Mücadelemiz, insan hakları mücadelesidir. Mücadelemiz, yargı bağımsızlığı mücadelesidir. Mücadelemiz, kadın-erkek eşitliği mücadelesidir. Mücadelemiz, hakkı, hukuku bu ülkede inşa etme mücadelesidir.

Bakın değerli arkadaşlarım; söylemlerimizi verilere dayandırmak zorundayız, rakamlara dayandırmak zorundayız. Toplumu ikna etmek zorundayız, samimiyetle ikna etmek zorundayız, doğruları söylemek zorundayız. Şunu hafızanızdan hiç çıkarmayın: Bugüne kadar, yani AK Parti iktidarlarına kadar Türkiye'ye 57 hükümet hizmet etti, cumhuriyetin kuruluşundan 2002'ye kadar 57 hükümet bu ülkeye hizmet etti. 57 hükümetin harcadığı para, 713 milyar dolar. Cumhuriyetin kuruluşundan, 2002'ye kadar: Osmanlı'nın borcunu son kuruşuna kadar ödediler. Keban Barajı'nı yaptılar, Atatürk Barajı'nı yaptılar, Sümerbank, Etibank'ları yaptılar, demir ağlarla döşediler; gübre fabrikaları, şeker fabrikaları, her şeyi yaptılar. Borçları ödediler, onurlu durdular, dik durdular, kimseye gidip yalvarmadılar, el avuç almadılar. Ve onların bir felsefesi vardı: "Her fabrika bizim için bir kaledir" diyorlardı. Ekonomik olarak güçlenmek zorundasınız. Onun için fabrikaların üretmesi, fabrikaların istihdam yaratması, ihracat yapılması, Türkiye'nin onuruyla saygın devletler içinde yer alması çalışmaya, çabaya bağlıydı. 713 milyar doları harcadılar ve Türkiye'yi 1990 yılında dünyanın en gelişmiş 20 ekonomisinden birisi yaptılar; dünyanın en gelişmiş 20 ekonomisinden, en büyük 20 ekonomisinden birisi haline getirdiler.

Ak Parti iktidar oldu... Harcadığı para: 713 milyar dolar değil. 2002'den günümüze kadar harcanan para 2 trilyon 631 milyar dolar. ‘Veriye dayanarak konuşacağız’ dedim. Cumhuriyetin kuruluşundan 2002 yılına kadar 713 milyar dolar para harcayarak Türkiye'yi ve ekonomisini dünyanın 20 büyük ekonomisinden birisi haline getiren ve 1999 yılında da G-20 ligine davet edilen Türkiye var. Kalkıyorsunuz, 2002'de iktidar oluyorsunuz, 2 trilyon 631 milyar dolar para harcıyorsunuz ve Türkiye G-20 liginden düşüyor, 23'üncü sıraya geriliyor. Şu soruyu sorun gittiğiniz her yerde: Ak Parti'nin yaptığı bize bir şeker fabrikası gösterin, bir gübre fabrikası gösterin, bir PETKİM gösterin. Neyi yaptılar, hangi fabrikayı yaptılar? Cumhuriyet'in 57 hükümetinin yaptığı bütün fabrikalarını sattılar, o parayı da yediler. O nedenle nasıl bir güçle, nasıl bir sorumsuz anlayışla devletin yönetildiğini hepimizin bilmesi lazım. İnançları kullanarak, kimlikleri kullanarak, insanların farklı yönlere dikkatini çekip öbür taraftan milyar dolarları götürdüler. Rakamlarla konuşuyoruz, verilerle konuşuyorum. Bu veriler bizim verimiz değil, Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın verileri.

Değerli arkadaşlarım; bu paraları ne yaptılar? 2 trilyon 631 milyar doları ne yaptılar? Bir şeker fabrikası yok, bir gübre fabrikası yok. Bir banka yok, İş Bankası gibi banka da yok, Ziraat Bankası gibi bir banka yok. Ne yaptılar bu paralarla? Demir ağlarla mı ördüler? O da yok. Var, belli yatırımlar var ama yetersiz, bu paraya göre çekirdek kalır. Değerli arkadaşlarım, tarihimizde eşi görülmedik şekilde bir soygun düzenini başlattılar. Tarihimizde eşi görülmedik şekilde bir soygun düzenini başlattılar ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni borç batağı ile karşı karşıya getirdiler.

Bir örnek vereceğim sadece, ayrıntılara girmek istemiyorum. Bir örnek vereceğim: Şu anda Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın borcunun -merkezi borç- yüzde 67'si döviz ve altın. Yani kendi vatandaşından Türk Lirası üzerinden borçlanmıyor parantez içinde. Çünkü Milliyetçi Hareket Partisi olduğunu söyleyen, milliyetçi olduğunu söyleyen Bahçeli de diyor: "Evet, dövizle borçlanırsın, Türk Lirası'nın değeri kalmadı" diyor. Parantezi kapatalım...

Altın ve dövizle borçlanıyorsun. Her kur arttığında hem borcun artıyor, hem faizin artıyor. Her döviz arttığında, Türk Lirası değer kaybettiğinde, Türkiye iki alanda ciddi bir sorunla karşı karşıya kalıyor. 2021'in sonunda, yani 2022'nin başında, bu yılın başında borç stoku, merkezi yönetim borç stoku 2 trilyon 747 milyar Türk Lirası'ydı, 2 trilyon 747 milyar Türk Lirası... 2022'nin ilk 3 ayında ocak, şubat, mart döviz arttı, Türk Lirası eridi, altın yükseldi, Türk Lirası eridi. 2 trilyon 747 milyar liralık borç, 3 trilyon 19 milyar liraya çıktı. Bakın durduk yerde! Parayı verenler kimler? Bu salondakilerden hiç birisi de AK Parti hükümetine veya devlete borç para vermedi dolarla veya altınla. Kim verdi bunları? Bir avuç insan ve o bir avuç insandan aldığınız borç 2 trilyon 747 milyar Türk Lirası. İlk üç ay içinde ocak ayı, şubat ayı, mart ayı; 2 trilyon liralık borç, 3 trilyon 19 milyar Türk Lirası'na çıkıyor. Durduk yerde Hazine, 272 milyar lira bir yük altına giriyor. Eğer ekonomi doğru yönetilseydi, 272 milyar lirayla ne yapılırdı? Bunu da dedim "arkadaşlar bir çalışsın Allah aşkına, biz 272 milyar diyoruz ama bir taraftan girip öbür taraftan çıkıyor; yahu nedir bu rakam büyüklüğü?" diye. Bakınız, eğer 272 milyar lira bu çetelere verilmeseydi, 13 milyon 650 bin emekliye net asgari ücret kadar bayram ikramiyesi; Ramazan ve Kurban Bayramında 4253 lira verilirdi. Yetiyor mu? Hayır da para artıyor. Net 13 milyon 600 bin emekliye Ramazan ve Kurban Bayramı'nda net 4 bin 253 lira bayram ikramiyesi verilirdi; tutarı 86 milyar.

Bunun üstüne çiftçiye her yıl verilen destek tam 3 kat artırılabilirdi. Verilen destek tam 3 kat artırılabilirdi. Bunun da maliyeti 64 milyar lira. Para bitti mi? Hayır daha var.

Bunun üstüne ücretli çalışan yaklaşık 6,5 milyon ücretlinin, emekçinin sosyal güvenlik primini "siz ödemeyin, devlet olarak ben ödeyeceğim" deyip, net asgari ücreti 5000 liraya çıkarabilirdi. Bunun da bedeli 59 milyar lira. Para? Hâlâ var, arttı para...

Üstüne açlık sınırının altında olan yaklaşık 4 milyon hane var. Bu 4 milyon hanenin her birine 2022 yılında 5000 lira tutarında gıda çeki, 4000 lira tutarında da enerji çeki verebilirdiniz. Para bitmiyor, yine var; bu da 36 milyar lira ediyor.

Üstüne, bütün bunların üstüne 2022 yılında petrol ve doğalgazdan alınan özel tüketim vergisini sıfırlayabilirsiniz. Yine para artıyor...

5’li çeteye ve yandaşlarına sağlanan mali imkanların büyüklüğünü görüyor musunuz arkadaşlar? Bütün arkadaşlarımdan rica ediyorum, gittiğiniz her yerde bu örnekleri verin. Örneklerin tamamı Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın internet sitesinden alınmış rakamlardır. Milyonlar, 5'li çeteye çalışıyor. Çiftçinin durumu da böyle, o da perişan vaziyete.

Çiftçi kardeşlerime de seslenmek isterim küçük bir parantez açarak: Onların durumlarını biliyorum, sıkıntılarını biliyorum, besicilerin de sıkıntılarını biliyorum, süt hayvanlarını kesime gönderdiklerini de biliyorum, ciddi sorunlar yaşadıklarını da biliyorum. Ama şu soruyu bir AK Parti milletvekili geldiğinde, önünüzde durduğunda, sizinle konuşmaya başladığında şu soruyu sorun: Neden 2002'den bu yana iki Trakya büyüklüğünde bir alan, 35 milyon dekar alan neden ekilmiyor? Kim engel oluyor? Sor kardeşim, çiftçi kardeşim; AK Parti milletvekilli gelince ona sor, bakan gelince ona sor. Kim engelliyor bunu? 35 milyon dekar alanı çiftçi herhalde isteyerek ekmiyor değil, zarar ettiği için ekemiyor. Zararını neden karşılamıyorsun? Tefeciye gelince para var, yolsuzluk yapana para var, 5'li çetelere para var ama üretene ama bizi besleyene, ama bizim gıda ihtiyacımızı karşılayan para yok.

Yine bir ara Toprak Mahsulleri Ofisi çiftçinin kara gün dostuydu. Öyle yazardı Toprak Mahsulleri Ofisi’nin siloları üzerinde. Ofis, çiftçinin kara gün dostudur... Şimdi? Ofis ithalatçıların dostu. Dışarıdan buğday ithal et, arpa ithal et, nohut ithal et, ithalatçıların dostu haline geldi.

Son bir şey daha: Buğday üreticisi çiftçi arkadaşlarım unutmasınlar: Buğdayın tonunu 2250 liraya satın aldılar. Bir süre sonra aynı Toprak Mahsulleri Ofisi, dışarıdan tonunu 6700 liraya buğday ithal etti. Bizim çiftçiye verdiği 2250 lira, dışarıda yurtdışındaki çiftçiye ödediği 6700 lira; 4450 lira parayı fazladan ödedi. Bizim çiftçiye ton başına 6700 lira verseydi ne olurdu? Bizim çiftçiyi hem bizi besler, hem Ortadoğu'yu beslerdi. İktidar kimden yana? Ak Parti iktidarı kimden yana? Üretimden yana mı, emekten yana mı, alın terinden yana mı, 5'li çetelerden, tefecilerden yana mı? Bu soruyu soracaksın çiftçi kardeşim. Sormazsan, ağzındaki lokmayı da bunları alacak.

Değerli arkadaşlarım; Aynur Doğan hepimizin şarkısını duygulanarak dinlediğimiz bir sanatçı. Dünya çapında bir sanatçı. Dar hejiroke... Biraz dilim, telaffuzum uygun mu değil mi bilmiyorum ama böyle bir türküsü var, böyle bir şarkısı var. Aslında bu şarkı bir incir ağacı şarkısı:

"Güllerin içindesin, incir ağacısın,

Gam götürensin,

Gelin-damadın yüreğisin,

İncir ağacısın, gam götürensin" der bu şarkı.

Bu şarkıyı hafızalarımıza kazıyan güzel bir film vardı, Gönül Yarası filmi vardı. Gönül Yarası filminde Şener Şen ve Meltem Cumbul bu şarkıyı dinlerken Meltem Cumbul ağlamaya başlıyor filmde. Şener Şen, Meltem Cumbul'a dönüp "sen Kürtçe biliyor musun?" diyor. "Hayır bilmiyorum" diyor. "O zaman niye ağlıyorsun?" diyor. "Abi, bu türküye ağlamak için Kürtçe bilmek mi gerekir?” diyor. Şarkının ezgisi zaten başlı başına insanın yüreğinde ciddi bir burukluk yaratıyor ve siz bu şarkıyı yasaklıyorsunuz. Değerli arkadaşlarım; Türkiye bu noktaya gelmemeli, getirmemeliyiz bu noktaya. Şarkıların tamamı bizim şarkılar, türkülerin tamamı bizim türküler... Diyarbakır'a gittim, dengbejleri dinledim, onların öykülerini dinledim. Onlar bizim kültürümüzün bir parçası, onları nasıl reddedebiliriz? İnsanları nasıl suçlayabiliriz? Kürtçe bir şarkı okudu diye nasıl yasak getirebiliriz? Yahu 21'inci Yüzyıl'da yaşıyoruz artık. Her şarkı bizim şarkımız, her türkü bizim türkümüz.

Şuna bakın değerli arkadaşlar. Ben bunu söylediğim zaman trollerini harekete geçirdiler. Benim için "Kılıçdaroğlu sus" kampanyası açtılar. Ya sizin feriştahınız gelse ben susmam kardeşim.

Rengarenk bir Türkiye'de yaşayacağız, rengarenk, ebruli olacak her şey güzel olacak. Her şey, her şey kucaklaşacak, her şey. Barışı getireceğiz bu ülkeye, huzuru getireceğiz. Herkes türküsünü, şarkısını özgürce söyleyecek. Birbirimize farklı bakmayacağız artık.

Bir şarkıdan korkan olur mu? Bir türküden korkan olur mu? Korkmayacağız, yürekli olacağız, beraber olacağız, birlikte olacağız! Teşekkür ederim. Adım adım Türkiye'yi 12 Eylül karanlığına sürüklemek istiyorlar. Bir daha ifade edeyim: Ağır ağır Türkiye'yi 12 Eylül karanlığına, bir darbe zihniyetinin egemenliğine sokmak istiyorlar. Ama buradan çıkaracağız Türkiye'yi, beraber çıkaracağız, birlikte çıkaracağız. Beraber olduğumuz zaman, birlikte olduğumuz zaman, farklılıklarımızı kavga nedeni değil, farklılıklarımızı zenginlik olarak gördüğümüz zaman bu Türkiye'nin nasıl büyüdüğünü göreceğiz, nasıl görkemli bir yerlere geldiğini göreceğiz. Bunu yapacağız Allah'ın izniyle. Herkes görecek, herkes, dost da görecek, düşman da görecek.

Geçen hafta Erdoğan'ın bir siyasi intikamına tanık olduk: İstanbul İl Başkanımız Canan Hanım'ı mahkum ettiler. Değerli arkadaşlarım; mahkum etmekle kalmadılar, bir de siyasi yasak getirdiler. Yasaklarla, özelikle siyasi yasaklarla Türkiye asla yol almamıştır. Parti kapatmakla, farklı düşündü diye insanları hapse atmakla bir ülkeye demokrasi gelmez. Demokrasi, herkesin düşüncesini özgürce ifade edebildiği bir ortamı yaratmak demektir. Akıl akıldan üstündür. Benim söylemime katılmayabilirsiniz ama beni dinleyebilirsiniz. Belki ben haklıyım, belki ben doğruları söylüyorum.

Canan Hanım'ın hapse atılmasını isteyenler, seçilmiş mahkemeler, seçilmiş hakimler; o mahkemelerde görev yapan hakimler şunu unutmasın: Bu ülkeye demokrasiyi size rağmen getireceğiz, bu ülkeye özgürlüğü size rağmen getireceğiz, bu ülkeye kardeşliği saraya rağmen getireceğiz.

Efendim Eskişehir'de konseri yasakladılar, akla bakın Allah aşkına. K-pop gurubuna yasak getiriyorlar. Kürtçe konuştun ona yasak, şarkı söyledin ona yasak... Niye yasak kardeşim?

Hafta sonu Türkiye Bosna Sancak Derneği'ne de uğradım. "Çok güzel türkülerimiz, şarkılarımız var Boşnakça söylediğimiz, çocuklarımıza da öğretiyoruz" dediler. Eğer dediğim böyle güzel bir gününüz olursa, şarkılar, türküler söylüyorsanız lütfen beni de davet edin. Ben de geleyim sizin şarkılarınızı ve türkülerinizi dinleyeyim. Sonuçta biz beraberiz; bayrağımız bir, vatanımız bir. Bu bayrak altında bu vatanda hep beraber güzelce yaşayabiliriz, birlikte yaşayabiliriz. Söz verdiler gideceğim, onları da dinleyeceğim.

Türkiye'de fiilen yasadışı işlemler yapılıyor; adı yasal ama yasadışı. Hak etmeyen kişiyi hapse atıyorsunuz, çok kişiyi öldüren IŞİD militanlarını da serbest bırakırsanız, bu ülkede bir şeyler oluyor demektir, bir adaletsizlik var demektir, bir sorun var demektir. O sorunun üzerine kararlıkla gitmek zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, milletimiz şunu sakın unutmasın, sizler de unutmayın: Bir adaletsizlik kabul edildiğinde, her yerde adaletsizliğin binlercesi türer. Kabul ederseniz adaletsizliği, bakarsınız ki adaletsizlik giderek büyüyor, her alana yayılıyor. Bu adaletsizliği kabul ettiğiniz andan itibaren, yarın size yapılacak adaletsizliği de fiilen kabul etmiş oluyorsunuz. ‘Başkasına adaletsizliğe ses çıkarmıyorum, o zaman bana da adaletsizlik yapılırsa ben de bunu kabul ediyorum’ anlamına gelir. O nedenle adaletsizlik karşısında susmayacağız. Kime yapılırsa, bizim gibi düşünmeyenler dahi olsa yapılırsa mücadelemizi sürdüreceğiz. Siyasi yasaklar, adaletsiz düzen, zorbalıklar birimize yapıldığı an, hepimize yapılmasının kapıları açılır sessiz kalırsak.

Değerli arkadaşlar, adaletsizlik aynen Covid gibidir. Süratle yayılır ve bütün alanı enfekte eder. O nedenle dikkatli olmak, o nedenle adaletsizlik kime yapılıyorsa, ona karşı durmak gerekiyor. O zaman adaletsizliğin yayılmasını engellerseniz. O zaman adaletin temellerini sağlam atmış olursunuz değerli arkadaşlar.

Buradan genç muhafazakar seçmenlere de seslenmek isterim: Eğer adaletsizlik karşısında tarafsız ve kararsız kalırsanız, zalimin tarafını seçmiş olursunuz. O nedenle kendisini muhafazakar olarak tanımlayan genç seçmenlerin de adaletsizliğe karşı biz nasıl duyuyorsak, onların da aynı duruşu sergilemeleri gerekir. Ayrıca net ifade edeyim, İl Başkanımızın siyasi yasak kararını asla tanımıyoruz, mahkemeyi de tanımıyoruz, verdiği kararı da tanımıyoruz. Canan Kaftancıoğlu İstanbul İl Başkanımızdır, nokta!

Değerli arkadaşlarım; İstanbul bu sefer çok hareketli geçti. İstanbul'da hep beraber, milletvekili arkadaşlarımızla beraber bir kurumun önüne gittik cuma günü. Ne yapıyor bu kurum? Çatışmaların hüküm sürdüğü bölgelerde hem oralarda iş yapıyor, o çatışmaların bir parçası gibi görünüyor ama aynı zamanda o bölgelerde müteahhitlik işleri de yapıyor. Kâr amaçlı bu şirket, "kâr amacı güdüyoruz" diyorlar. Kurucusu, Erdoğan'ın eski danışmanı, emekli bir general. "Çakma general" dedi, olabilir, bence uygundur...

Kâr amaçlı şirketin yöneticisi, bakın bu kişi bu kişi Erdoğan'ın danışmanlığını yaptığı dönemde devletin en hassas konularının tartışıldığı masada bu aynı zamanda. Erdoğan bunu kendisine başdanışman olarak alıyor. Devletin en hassas konularının tartışıldığı yerde, bu da orada oturuyor. Şirketin kârı nereden, ne iş yapıyor? Okuyayım resmi sitesindeki rakam, ifadeler: "Suikast, gayri nizami harp, bomba imalatı, istihbarat, gerilla, özel kuvvetler harekatı, psikolojik harp harekatı, sabotaj, baskın, pusu, tahrip, tedhiş, sokak hareketleri teknikleri anlatılıyor" görevleri arasında. Tedhiş dediği, Arapça tedhiş bizim kullandığımız dille terör. Bunun Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Cumhurbaşkanlığı'nın danışmanlığında ne işi var? Ne işi var Allah aşkına?

Oraya gittik. Engin Bey zile bastı. Evet, biz buraya geldik, bu SADAT'ın görevi nedir, amacı nedir, neler yapıyor? Bilgilenmek kesiyoruz. İki kişi geldi, "haber verelim" dediler, gittiler, bir daha gelmediler. Bu kadar da korkak bir yapı. Evet, bu kadar da korkak da korkak bir yapı.  

Bu yapı bir de kendisine ideolojik bir zırh tanımlamış. SADAT, ideolojik bir zırh tanımlamış kendisine. Bir devlet kuracak, o devletin içinde Türkiye de olacak. Herhalde bu bölümü Sayın Bahçeli yakından dinliyor, dinlenmesi lazım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kaldıracak, başka bir devlet kuruyor, o devletin içinde de Türkiye olacak. Devletin adı Asrika, Asrika devleti. Asya-Afrika sentezi olacak, konfederal bir cumhuriyet olacak ve Asrika devleti bugün yönetildiği gibi başkan tarafından yönetilecek. Başkenti İstanbul olacak, resmi dili de Arapça olacak.

Bahçeli̇ ne diyor, ben asıl onu merak ediyorum. "Ben milliyetçiyim" diyor. Bunlara ne diyorsun o zaman? Bunlara destek veriyorsun, başdanışmanlık yaptığın zaman sen de oralardaydın. Kendi dilini reddeden, Arapçayı resmi dil haline getirmek isteyen bir anlayış, sarayda başdanışmanlık yapıyor. Ben o kapıya niye gidiyorum, neden mücadele ediyorum, kimin mücadelesini veriyorum? Bu ülkenin mücadelesini, bayrağımın, vatanımın mücadelesini veriyorum ben.

Açıkça ifade edeyim; yolunu kaybeden bir Milliyetçi Hareket Partisi var, yolunu kaybeden bir MHP var. Erdoğan'a da sormak isterim: Bunlar senin yanında hizalandılar, bu SADAT'çılar geldiler, senin yanında hizalandılar. Sana ne danışmanlığı verdiler? Ya bu devletin Milli İstihbarat Örgütü var, emniyetin istihbaratı var, jandarmanın istihbaratı var, Dışişleri Bakanlığı var, paraysa Hazine, Maliye Bakanlığı var; sen bunların tamamını bir tarafa atıyorsun, getiriyorsun bir adamı, ordudan atılan bir adamı kendine başdanışman tayin ediyorsun ve bunlar geliyorlar senin yanında hizalanıyorlar; bunlar sana hangi aklı verdi? Ben bunu merak ediyorum. Çık, bu millete anlat kardeşim. Açık ve net.

İki: Sen bunları ne için kullandın? Öyle ya“istihbarat” diyor, “silah” diyor, “bomba” diyor, “terör” diyor, her şey var bunlarda. Bunları niçin ve nerede kullandın? Ben burada öğrenmek istiyorum. Bunlarla mı bizi korkutmaya çalışacaksın? Sen kim olursan ol, Cumhuriyet Halk Partisi'ni, onun bireylerini asla korkutamazsın.  

Buradan milletimize de seslenmek isterim: Bu para için mehdilik hikayeleri anlatan şirketin ve yapıların karşısında daha güçlü, daha kararlı ve daha cesur bir şekilde karşılarında dimdik durmalıyız ve duruyoruz da. O nedenle gittik kapılarına. Yürüyoruz, bak diyoruz, biz buradayız diyoruz. Milletimiz, özgürlüklerine yönelik bir tehditle karşı karşıyadır ve bu özgürlükler sadece bir kesimin özgürlükleri ya da hayat tarzları da değildir. Sadece bir kesimin değil, mütedeyyin kesim de artık uyanmalıdır. Karşımızda kendi uydurdukları din zırhına bürünmüş bir yapı vardır. Bu yapı, Anadolu'nun tertemiz İslam anlayışına büyük bir tehdittir. Samimi Müslümanlar bunun karşısında dimdik durmalıdır. Samimi Müslümanlar “Asrika” karşısında da dimdik durmalıdırlar. Buradan benzer bütün yapılara, birilerinin katipliğini yapan mektupçu mafyalara, kendini derin devlet ilan etmiş müptezellere, milletimizin özgürlüklerini tehdit etme gafletinde bulunanlara da sesleniyorum: Haddinizi bilin! Karşınızda Türkiye'nin dindarları, sofuları, sufileri, inançları ve inançsızları vardır ama hepsinden önemlisi sizin karşınızda dimdik duran ahlaklıları vardır. Karşınızda Kuvâ-yi Milliyecileri vardır, Karşınızda Cumhuriyet Halk Partisi vardır.

Bizler mafyaya karşı, mafyanın artıklarına karşı, sarayın çömezlerine karşı, mafyadan medet uman siyasetçilere karşı, Türkiye'nin geleceği ve bekası için mücadele etmek zorundayız. Kararlılıkla, azimle; bizim gücümüzü onlar tartamazlar, ölçemezler. Biz güçlüyüz, gücümüzü halktan alıyoruz; haktan, hukuktan ve adaletten alıyoruz gücümüzü.

Değerli arkadaşlarım; bir şey daha ifade edip sözlerimi bitireyim. Unutmayın, aynı zamanda bir psikolojik harbin ortasındayız, psikolojik harbin içindeyiz. Bu kurumlar, sarayla işbirliği yaparak pek çok pozisyonlar yaratabilirler, pek çok yalan yanlış söylemler geliştirebilirler. O nedenle SADAT'a gittim, herkesin dikkatini çekmek için gittim oraya. Psikolojik harp nasıl yapılıyor? Önce olayı manipüle ederler, sonra provoke ederler. Doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü, muhalif ile yandaşı karıştırmamızı isterler, vatandaşın kafasını muğlak hale getirmek isterler. Psikolojik harbin temel özelliklerinden birisi budur.

Dün akşam paylaştığım bir tweet vardı. Biliyorum ki beyler çok rahatsız oldu, Atatürk Havalimanı ile ilgili çok rahatsız oldu. En çok rahatsız olanlar, paralarını yurtdışına kaçıranlar ve kaçırmak için sıraya girenlerdir ve bunlar derhal bu psikolojik harp metotlarından birini devreye soktular. Neymiş? Ben havalimanının tümüyle park yapılmasını ve pistlerin hemen kırılmasını önermişim... Öncelikle bütün vatandaşlarımın bilmesini isterim, akşam attığım tweet'in bir bölümünü aynen sizlerle paylaşmak isterim:

"Atatürk Havalimanı'nda yapılan net bir ihanettir. Bu işte yer almış herkese sesleniyorum. Bu iş ‘talimat aldım, mecburdum’ diyeceğiniz bir iş değildir. Tekrar ediyorum, bunun adı vatana ihanettir. Siz de sorumlu olacaksınız. Bu işte bir damla mürekkebi olan herkes vatan hainidir. Hele hele o pistleri kıran makinaların müteahhiti duysun: Sana ise özel ilgi göstereceğiz, ant olsun" dedim.  

Evet, o müteahhide sesleniyorum: O makinalarını çekeceksin oradan. Geliyoruz, adalet için geliyoruz, hak hukuk için geliyoruz, felaketleri önlemek için geliyoruz. Sen de göreceksin. Makinaları çek, pistlere dokunma. Açık ve net söylüyorum; çok açık, çok net ifade ediyorum tıpkı Kanal İstanbul gibi. Oraya birisi girerse, birisi ihaleye katılırsa göreceği vardır dedim. Asla buna izin vermeyeceğiz.

Gelelim psikolojik harp bölümüne: Bunların bazıları siyasi parti formunda, bazıları televizyon yorumcuları, bazıları paramiliter kuruluşlara danışmanlık yapanlar ama hepsi aynı amaca hizmet ederler. Asimetrik psikolojik harp buna deniyor. Gerçek şu ki, 26'ncı dönem milletvekilliğimizi yapan Sayın Gülay Yedekçi iyi bir mimar aynı zamanda. Bura için bir program hazırlamıştı, bir plan hazırlamıştı. Atatürk Kent Parkı ve Uygarlık Kütüphanesi olacaktı ama boş alana yapılacak. Çalışmaların tamamına sivil toplum kuruluşları, konunun uzmanları, mühendisler, mimarlar ve bölge halkı katılacaktı. Devasa bir alanın içine bir proje oluşturuyordu. Altını çiziyorum: Atatürk Havalimanı'nın binaları, pistleri tümüyle korunuyor ve bundan sonra da korunacaktır. Mücadelemiz bunun üzerinedir. Amacımız, elbette pistleri kırmak falan değil ama yandaşların işi bu: Manipülasyon, yalan, dolanla milleti kandırmak istiyorlar.

Ben buradan milletimizin sureti muhalefetten görünen utangaç saray beslemelerini de uyarıyorum: Hiç merak etmeyin; sarayın ve o tüm algı operasyonlarının aparatlarının üstüne gideceğiz. Yaptığınız her şeyi biliyoruz, her şeyin farkındayız. Bu ülkenin gerçek vatanseverleri bizleriz. Yemin olsun siz millete yenileceksiniz!

Teşekkür ederim değerli arkadaşlarım.


CHP TBMM GRUP TOPLANTISI